Çilek ve Uçurum
Hikaye anlatıcısı Judith Malika Liberman 16. Dünya İnsan Yönetimi Kongresi’nde bize bir hikaye anlattı. O hikayeden aklımda kalan iki şey, bir çilek, bir uçurum ve şu cümleler Çilek ve Uçurum: “Hikayelerden aklınızda kalan detaylar size kim olduğunuzla ilgili ipuçları verir. Ve anlattığınız hikayelerle akılda kalırsınız.”
Beyoğlu’nda bir sahafın önünde, eski fotoğraflarla dolu bir sandık dikkatimi çekiyor. O fotoğraflardaki insan yüzlerinden, eski şehir manzaralarından, giysilerden, ayakkabılardan, hatta fotoğraf stüdyolarındaki dekorlardan dönemin günlük yaşamıyla ilgili ipuçları toplamayı çok severim. Bazen düğününde hüzünlü bakan bir gelinin fotoğrafına bakıp ona fantastik öyküler düşünür ve bir kaçış hikayesi yazarım. Sonra mutsuzluğunun belki de sadece ayakkabılarından olduğunu düşünür, gülümserim.
Böyle hikayeler arayarak sandığa bakarken, çarşının müdavimi olduğumu bilen sahaf selam verdi“Siz de kendinize fotoğraf mı seçiyorsunuz yoksa?” dedi gülerek. Sonra ekledi; “Kimi yöneticiler bizden fotoğraflar alıp, kendilerine aile albümü oluşturuyorlar. Sosyal medyada falan paylaşıyorlar.” Bana inanılmaz geldi sahafın söyledikleri. Bir insanın kendini bir başkasının hayatı, anıları, hatta fotoğraflarıyla ifade etmeye çalışması sadece inanılmaz değil, son derece dramatik de aynı zamanda. Hele de bunu yapan bir yöneticiyse…? İnanmadığı, kopyala/yapıştır mantığıyla Batı’dan ithal edilen yönetim sistemlerini uygulamaya çalışan bir yönetici de başkasının resmiyle yaşamıyor mu?En büyük hataları, en utandığımız hikayeleri paylaşabilme cesaretimizbizi diğerlerinden ayırmaz mı? Hatta bu hikayeler, başarısızlıklar değil midir liderlere meydan okuma gücü veren?
Herkesin bir hikayesi var.
Yazan olursa herkesin hayatı bir romandır cümlesini okuduğumda çok etkilenmiştim. Nereden başlamış olursanız olun, yaşamınızı oluşturan tuğlaların her biri sizi oluşturur. Ve bu tuğlaları birbirine değerleriniz bağlar. Siz ne kadar yükselirseniz yükselin, tuğlalarınızın arasında sağlam bir yapı harcı varsa bina sağlamdır. İçine aldığınız herkes, bu sağlamlığın bilinciyle güvenli nefes alır.
Yıllarca Türkiye’nin en önemli CEO’larıyla yüz yüze söyleşiler yaptım. Anlattıkları hikayeleri dinledim, onlarla ilgili hikayeler dinledim ve şimdi isimlerini, kim olduklarını düşündüğümde, hikayelerini anımsadığım yöneticileri çıkarıyorum aklımın arşivinden. Diğerleri için sayfaları karıştırmam gerekiyor. Belki daha iyi hikayeler vardı ama anlatma biçimleri farklıydı. Veya belki bana dokunan hikayeler değildi onlarınki… Ya da belki, bir hikayeleri yoktu aklımda kalacak. Olabilir mi?
Muhtar Kent, Türk yöneticiliğinin dünyadaki yüz aklarından biri, belki de en önemlisi. İkonik marka Coca Cola’nın tepe noktasına ulaşma ve bunu uzun yıllar boyu sürdürme başarısı azımsanacak bir başarı değil. Onun hakkında onlarca iyi ve kötü hikaye duyabilirsiniz. Örneğin, derler ki, Muhtar Kent, her zaman şoförünün yanına otururmuş, arka koltuğa değil. Çantasını kendisi taşırmış. Bir e-mail attığında o e-maile çok kısa bir süre içinde bir yanıt vermenizi beklermiş. Bu hızlı geri dönüş konusunda son derece titizlenirmiş. Asla yalnız yemek yemezmiş. Muhtar Kent ile ilgili bunun gibi yüzlerce örnek var. Bir diplomat çocuğu olarak dünyaya gelmiş olmasını “gümüş kaşıkla doğmuş” diye hafif bir alayla anlatanlar da çıkar karşınıza ama, Muhtar Kent; o gümüş kaşıktan çok daha fazlasıdır. 30 yıllık profesyonel hayatının hikayesini zeytin ağaçlarının gölgesiyle tamamlar ve güzel de anlatır üstelik…
Hikayen varsa kazanırsın!
Peter Guber, “Hikayen varsa kazanırsın” (https://www.peterguber.com) adlı kitabıyla, çalışanları ve müşterileri satılan ürün veya hizmete ikna etmek için iyi bir hikayeye ihtiyacınız olduğunu anlatır. Ve bu hikayeyi başarıyla aktarmanızın gerekliliğine. Guber’e göre insanlar, duygusal bağ kurabildikleri markaları tercih ederler. Ortaya koyduğunuz analizler, rakamlar, veriler sizinle ilgili belli fikirler verir evet ama hikayeniz eksik ise, insanlara duygu kanalı açamıyorsanız fark yaratmanız zordur. Teknoloji faydalıdır der Guber ama yüz yüze anlatılan gerçek bir hikayenin gücüne erişemez. Çünkü siz hikayenizi anlatırken insanların duygusal tepkilerini de hissedersiniz. Ve bu duygusal tepkilerle hedef kitlenizi daha iyi anlarsınız.
Akılda kalan hikayeler evrenseldir.
Judith Malika Liberman’ın konuşmasında dikkatimi çeken bir başka ayrıntı da, dünyadaki bütün hikayelerin doğdukları yerin coğrafi ve kültürel özelliklerinden beslenerek birbirlerine paralel oldukları idi. Mesela Kerem ile Aslı, Romeo ve Jüliet değil midir biraz? Budizm öğretisi, bizim Sufi öğretisi ile benzerlik göstermez mi?
ABD’deki bir şirketle, Türkiye’deki bir şirketin hikayesi de birbirine paralel olabilir. Ve kültürel farklılıklar bu iki hikayeyi ayrı ayrı dinlenilecek kadar lezzetli yapar. Dinleyen etkilenir, anlatan ise her bir anlatışında yenilenir.
Ve her hikaye ağızda, akılda, kalpte ve kulakta bir tat bırakır.
“Uçurumun kenarında bir çilek varmış. O çilek uçurumdan atlamayı planlayan adama görüntüsüyle, kokusuyla umut vermiş. Sonra adam çileği koparmış ve ağzına atmış. Nasıl lezzetli bir çilekmiş bu anlatılamaz. Adam o anda güç kazanmış ve uçurumu bir atlayışta geçmiş. Çünkü o çilek hayatın aslında ne kadar güzel ve umut dolu olduğunu ona anımsatmış.”
Neslihan MURADOĞLU
Yayınlanma Tarihi: 10 Şubat 2017